Gerçekten de, uzayın derinliklerinde ilerleyen Y.G.K gemisi, tam da Yonari'nin bu küçük büyüleri her kullandığında oluşan sismik kodu saptamıştı. Geminin ön konsol ekranında, "Büyü Kristali Hareketlilik Tespit Edildi" mesajı beliriyordu. Kapsül ve içindeki kristal, gezegen yüzeyinde küçük bir titreşim dalgası yayıyor, geminin algıladığı iz her geçen gün daha net hale geliyordu. Bir subay, geminin kaptanına döndü ve heyecanla konuştu:
"Tespit iyice kuvvetlendi. Artık konum belirlemesini 'Zhoros Gezegeni – Koordinat 87:45:320' olarak neredeyse kesinleştirebiliriz. Akademi'ye bilgi geçiyorum." Kaptan başını salladı. "Evet, bildir. Biz de rotamızı ayarlıyoruz. Işık-ötesi seyrimizi sonlandıracak ve altuzay geçişini devreye alacağız. Oraya en fazla bir haftada inebiliriz. Umarım denek hâlâ hayattadır."
Ardından gemi içi iletişim hattı açıldı. Bir ses, mikrofon aracılığıyla Y.G.K Akademisi'nin merkezi sistemine rapor geçiyordu: "Denek 07'nin kristali sinyal veriyor. Zhoros Gezegeni onaylandı. Yüzeye iniş görevine hazırlanıyoruz. Yaklaşık bir hafta sonra tam konum doğrulaması yapacağız."
Akademi tarafında, bu sesli mesajı alan görevli, durumu hızlıca üst konsey masasına aktaracak, belki de oradaki Lider'e sunacaktı. Kim bilir, Yonari'nin akıbeti ortaya çıkar çıkmaz, Malken Krallığı'ndaki diplomatik kriz de bir nebze rahatlayacaktı. Fakat bu gelişmelerden Yonari'nin haberi yoktu. O hâlâ Tamul'un gündelik hayatında, savaştan sonra nispeten dinginleşmiş sokaklarında, kendi hayatta kalma mücadelesini veriyordu.
Gün akşamüstüne döndüğünde, Yonari yavaş yavaş Moneric Zin'in evine geri yürüdü. Yolda, Conrackt Krallığı'ndan beklenen kraliçenin gelişi hakkındaki dedikoduların iyice yayılmış olduğunu fark etti. Pazarın içinden geçerken insanların "Hazırlık mı yapılacakmış, acaba saraydan emir gelir mi?" diye konuştuklarını duydu. Bir manav da "Kesin yeni bir ittifak, belki de düşmanlığa dönüşecektir," diye homurdanıyordu. Savaştan bıkmış halkın içinde yine tedirgin bir hava esiyordu.
Evine vardığında Moneric, sobanın üzerindeki basit çorba kazanını karıştırıyordu. Yonari kapıdan girer girmez, kadın ona bakıp sordu: "Bugün dikim işin nasıl gitti?" Yonari bir an tereddüt yaşadı, sonra aklından uydurduğu bir yanıtla durumu idare etmeye girişti. "Biraz eskileri yamalattılar. Ama para ödemek için haftaya geleceklerini söylediler," diyerek hafifçe omuz silkti. Moneric elindeki kaşığı çorbaya daldırıp tadına bakarken bir yandan kaşlarını çattı. "Hmm, demek öyle. Peki… Umarım seni dolandırmıyorlardır." Yonari hafifçe güldü, "Ben de öyle umuyorum," diyerek kurtuldu.
Gece yemeği boyunca Moneric, duyduğu haberleri aktarmaya devam etti: Conrackt Krallığı'ndan kimler geleceği, Celenia isminde önemli bir soylunun da eşlik edeceği, belki Tamul'un sarayıyla büyük bir tören veya toplantı düzenleneceği söylentisi… Ayrıca Hannol Nehri tarafında, birkaç avcı kaybolmuş diye yeni rivayetler türediği… Bunların hepsi Yonari için yeni birer hikâye demekti. Her birinde yabancı isimler, bilinmedik coğrafyalar vardı. Omzunu silkerek dinledi, tam bir yabancı gibi hissetti.
O gece yatağına uzandığında, gözlerini tavana dikti, "Burada ne kadar kalacağım? Bir yolunu bulup geri dönmeli miyim? Yoksa bu dünyada güvende miyim?" diye sordu kendine. Cevaplarını bulmak zordu. Tek somut dayanağı, göğsünün altında sakladığı büyü kristaliydi. Onu ara sıra avuçlayarak, Akademi'deki anılarını çağırıyor, belki de o dayanılmaz hasret duygusuna kapılıyordu. "Beni arıyorlar mıdır?" diye bir umut besliyordu içten içe. Aslında tam da o sırada, evet, uzayın karanlığında bir gemi tüm gücüyle onun sinyaline doğru yaklaşıyordu. Ama bu bilgi, Yonari'ye henüz erişmeyecekti.
Bu şekilde iki gün daha geçiverdi. Yonari, aynı ufak hilelerle para bulmayı, "dikim işi" bahanesiyle yalanlar uydurmayı, etraftan duyduklarıyla kafasını doldurmayı sürdürdü. Hannol Nehri'nin ötesindeki hikâyeler, Conrackt Krallığı'nın kraliçesinin gelişi, Celenia isimli esrarengiz kadın… Hepsi birer parça puzzle gibi zihninde dönüp duruyordu. Kendisini yine de fazla olayın içine çekmemeye çabalıyor, sessiz sedasız yaşamanın yollarını arıyordu. Nitekim, Tamul Krallığı'nda sessizlik her an bozulabilirdi; zira o ilkel törenleri de hatırlıyor, "Kan dökme" geleneklerinden ürküyordu.
Öte yandan, Y.G.K gemisi, Zhoros Gezegeni'ne yaklaşmaktaydı. Gemideki subaylardan biri, kaptana son durumu aktardı: "Gezegene varışımıza dört gün kaldı. Kristalden gelen sinyal her gün yenileniyor. Bu, demek oluyor ki denek hayatta ve kristali kullanmaya devam ediyor." Kaptan düşünceli bir ifadeyle geminin pencere ekranına bakıyordu: Uzakta, Atea galaksisinin yıldız kümeleri birer parlak ışık demeti gibi görünüyor, geminin burnu hedef koordinata kilitlenmiş durumda ilerliyordu. "Akademi'ye rapor verelim," dedi. "Bize destek göndermeleri gerekebilir. Ya da en azından bulduğumuzda nasıl geri taşıyacağımız konusunda hazırlıklı olsunlar."
Ve bu mesaj, Akademi'deki ana terminallere ulaştı. Sesli kayıtlardan sorumlu görevli, Lider'in odasına ses gönderdi: "Efendim, deneğin sinyali teyit edildi. Gemi, Zhoros Gezegeni'ne yaklaşıyor. Tahmini dört gün içinde yüzeye inip deneği kurtarmayı planlıyorlar." Lider, karanlık odayı dolduran dev ekrana bakarak sinsi bir gülümseme gösterdi. "Demek en azından yaşıyor. Umarım şu rezilliği telafi edebiliriz," diye mırıldandı.
İşte tüm bu gelişmeler birbirinden habersiz bir şekilde akıp gidiyordu. Yonari, Tamul Krallığı'nda her gün biraz daha yerleşiyor, ama bir yandan da adeta pamuk ipliğine bağlı bir yaşam sürdürüyordu. Uzaktaki gemi, onu bulmak için kozmik boşlukta hızla yaklaşırken, Y.G.K Akademisi'nde makine hatası düzeltilmiş, Denek 07'nin prestij kaybı yaratmaması için hummalı bir arayış devam ediyordu. Tonoflenya gezegeni de aynı galaksi kümesi içinde varlığını sürdürürken, Tamul Krallığı'yla Renot arasındaki savaş geçici olarak durmuş, Conrackt Krallığı'ndan gelecek heyet söylentileri gündemi doldurmuştu. Çocukların lafını ettiği Hannol Nehri ve diğer muamma topraklar da karanlık hikâyelerle gizemini koruyordu.
Herkes kendi gündeminde sürükleniyor, bir yanda diyarlar arası diplomasi, öte yanda bir yabancının hayatta kalma çabası, başka bir taraftaysa teknolojik ve büyüsel bir kurtarma operasyonunun hazırlığı… Evrenin uçsuz bucaksızlığında, her parça kendi yazgısının peşinden gitmekteydi. Ne var ki günün birinde, bu parçalar birbirine yaklaşacak, yollar kesişecek ve belki de Zhoros Gezegeni'ndeki masum görünümlü şehir sokakları, büyük bir maceranın sahnesine dönüşecekti. Şimdilik ise Yonari'nin tek yapabildiği şey, içindeki korku ve merakla sokaklarda yürümek, kristalden ara sıra büyü çekmek ve yalanlarla gündelik yaşantısını sürdürmekti. Zaman akıyor, merak büyüyor, her geçen gün yeni bir adım atılmayı bekliyordu.
Yonari, o sabah şehrin sokaklarında gezinirken her zamankinden farklı bir hareketlilik sezmişti. Sokağın köşelerinde kümelenmiş askerler, ellerinde kılıç ve mızraklarla devriye geziyor, durup durup aralarında fısıltılı konuşmalar yapıyorlardı. Gözlerini onlara çeviren Yonari, menekşe rengindeki bakışlarında merakla dolan bir ışıltı hissediyordu. Genellikle savaştan sonra kasabanın içi bu kadar kalabalık olmazdı; hatta Tamul Krallığı ordusu daha çok kuzeyde veya sınır hatlarında mevzilenmeyi tercih ederdi. Oysa şimdi, şehrin hemen her sokağında yüksek rütbeli gibi görünen kumandanlar, düzen alıyor, askerlerin sıralarını kontrol ediyor, büyük bir hazırlık içine giriyorlardı.
İnsanların konuşmalarında "heyet" kelimesi sık sık duyuluyor, kimileri "kraliçe"nin geleceğini fısıldıyor, bazısı da "conrackt" adını geçirip duruyordu. Yonari, yanından geçen iki askerin diyaloguna kulak kabarttı:
"Bu kadar hazırlığa gerek var mı sence?" dedi askerin biri, miğferini düzeltirken. Diğeri omuz silkti. "Burası Tamul Krallığı… Hem eskiden düşman olduğumuz Conrackt Krallığı'nın kraliçesi, yanında korumalarıyla gelecekmiş. Üst düzey bir buluşma bu, hafife alınmaz." "Umarım tatsızlık çıkmaz," diye mırıldandı ilki, kılıcını kınından azıcık çekip kontrol ederek.
Yonari'nin kalbi, bu gizemli buluşmaya dair artan heyecanla daha hızlı atmaya başladı. Kısa sürede, şehir merkezinin etrafında geniş bir hat oluşturuldu: Askerler, muhafızlar, altın işlemeli sancak taşıyan bazı özel birlikler… Herkes kusursuz bir koridor misali dizildi. Yaklaşık bir saat sonra, tam gün ortasına yaklaşıyorken, çok uzaktan at kişnemeleri, tekerlek gıcırtıları ve zırhların metalik sesleri duyuldu. Etraf yavaşça sustu. Yonari, kalabalığın kenarına sokulup elleri göğsünde kenetli halde beklemeye başladı. Menekşe gözleri, gelecek konvoyu seçebilmek umuduyla öne doğru uzanıyordu.
Derken, önce iki sıra halinde giden süvariler belirdi. Çimen yeşili tonlarındaki Tamul zırhlarına ek olarak, başka bir krallığın kırmızıya çalan röflelerle süslü üniformaları da göze çarpıyordu. Bu karışık ama şatafatlı görüntüye eşlik eden dört atlı araba vardı: Birincisi, en öndeki gösterişli atlı araba, kuşkusuz konuk kraliçeye ait olmalıydı. Arabanın tekerlekleri altın yaldızlı çemberlerle parlıyor, gövdesi üzerinde mitolojik motifler boy gösteriyordu. Yüksek bir kabin kısmına sahip bu araba, içindeki kişinin dışarıdan gözükmesini engelliyor, sadece ara sıra karanlık pencereden sanki bir gölge çiniyormuş gibi hissediliyordu.
En öndeki araba, orta boylu beyaz atlarla çekiliyordu. Atlara takılmış kahverengi deri koşumlar üzerinde, conrackt krallığının bir sembolü olmalı: Çapraz duran iki aslan figürü, ortasında da bir hançer deseni işlenmiş bir arma bulunuyordu. Arabanın tepesinde uzun kırmızı püsküller sallanıyor, yanlarında gümüş metalden korunaklı menfezler göze çarpıyordu. Yanlardan da muhafızlar, iri gövdeli mızraklı adamlar ve kalkan taşıyan iki kadın savaşçı refakat ediyordu. Arabanın ardından gelen ikinci, üçüncü ve dördüncü araçlar da daha az ihtişamlı olsa da, içinde koruma görevlileri, saray hizmetkârları veya diplomatlar taşıyor olmalıydı.
O an kalabalıktan bazı sesler yükseldi: "Kraliçe geldi!" diyorlardı. Bazıları, "Conrackt Krallığı'nın hükümdar ailesi burada!" diye heyecanla bağırıyordu. Yonari, heyecanla uzanırken, o sırada önde görünen Tamul askerlerinin diz çöktüğünü fark etti. Askerler, sanki bir karşılama töreni yaparcasına kılıçlarını havaya kaldırıp sol dizlerini yere koydular. Biraz ileride duran resmi görevliler, altın işlemeli levhalara vuruyor, gösterişli bir karşılama müziği andıran sesler çıkarıyordu.
Yonari kraliçeyi görmeyi umdu, ama arabanın içinden kimse uzanıp dışarı bakmadı. Sadece konvoy, kısık bir gürültüyle kaplanmış tekerleklerinin tıkırtısını bırakarak geniş ana yolu geçip, saray kapısına doğru ilerledi. "Halktan saklanıyor mu acaba?" diye aklından geçirdi Yonari. "Belki de bu kadar korumayla gerçekten göstermemeye çalışıyorlar." Merak içini kemirse de, uzun süre konvoyun peşinde gitmek istemedi. Zaten ordu sıralaması çok sıkıydı, yaklaşanı hemen geri itiyorlardı. O yüzden, "En iyisi pazara döneyim," diye söylendi. Böylece geri adım atıp yavaşça kalabalıktan ayrıldı.
Bu esnada, Tamul Krallığı'nın saray avlusunda, Kral Elmont (bir zamanlar savaşlara katılmış, ortalığı titretmiş) sakin bir edayla misafirlerini karşılamak üzere bekliyordu. Gövdesinde yine o gösterişli gri-siyah taş binanın gölgesi, etrafında sancak taşıyan askerler… Sokağın kalabalık uğultusu avlunun dışından çınlasa da, içeride sessizlik hakimdi. En sonunda araba durdu, atlar usulca kişnedi. Bir muhafız, arabanın kapısını açtı. İçinden, boyu orta uzunlukta, omuzlarına kadar inen siyah saçları olan bir kadın indi. Bakışları sert ve tehditkâr bir pırıltıyla parlıyor, siyah gözleri sanki karşısındakine "en ufak hatanda kellen gider" dercesine soğukluk yayıyordu. Başında, iki yandan aslan kafası formuna benzeyen kabartmasıyla dikkat çeken altın rengi bir taç duruyordu. Bel hizasında, işlemeli ve bedene oturan bir elbise vardı: parlak, koyu gri kumaşla siyah dantelin karışımı, altın iplerle kabartılmış desenlerle zenginleştirilmişti. Adımlarında zarafet var ama sanki her adımda bir öfke saklıydı.
Kral, kolunu göğsünün üstünde çaprazlayarak hafifçe eğildi. "Kraliçe," diye hitap etti, "hoş geldiniz." Sesinde, çok da büyük bir dostluk yoktu; daha çok diplomatik bir saygı hakimdi. Sonra da sordu: "Kral Minho nasıl?" Bu sorunun altında biraz eski düşmanlık ve biraz merak yatıyordu, zira bilindiği üzere Conrackt Krallığı'nın uzun süredir tahtta oturan Kral Minho'yla Tamul arasındaki ilişkiler epey dalgalıydı.
Kraliçe gözlerini kısıp hafif bir baş hareketi yaptı. "Kral Minho… Hasta. Yönetim vekaleten bende, yoksa bunca yola ben düşmezdim. Haberler buraya oldukça geç uzanıyor sanırım," dedi, sesi hem soğuk hem de incelikliydi. Kral bunu duyunca hafif şaşırdı, ama belli etmemeye çalıştı. "Elbette, sizde işler böyleyse öyle olsun," diye kısık bir tonla mırıldandı. Kralın yüzünden az da olsa tedirginlik okunabiliyordu: Conrackt Krallığı'nda kral hastaysa, durumu kim yönetiyor, niye Tamul'a geldi… Tüm bunlar kafasını kurcalıyordu.
Kraliçenin yüzündeki ifade ciddileşti, elindeki siyah eldiveni düzelterek konuştu: "Burada bulunmamın sebebi gayet önemli. İçeriye geçelim isterseniz. Şu koridorlarda ayaküstü lafa dalacak gibi değilim." Kral başıyla onay verdi, onun da aklına takılan sorular vardı. Sarayın girişindeki sütunlarla bezenmiş geniş hole geçtiklerinde, etraflarında sadece birkaç koruma ve saray adamı kalmıştı. Büyük, oymalı ahşap kapılar ardına kadar açıldı, içeride taş sütunlar ve duvarlarda Tamul krallığının sembolleriyle kabartılmış motifler dikkati çekiyordu. Uzun bir kırmızı halı üstünde yürüdüler, dev avizenin altında duracak kadar ilerlediklerinde kraliçe ansızın durdu ve sordu: